Hasret ateşi içimizi yakıyor
Sevenlerinin “Enver Ağabey” dedikleri Dr. Enver Ören, Denizli-Honaz’da doğdu (1939).
Babası vefat edince gurbet yolu göründü.
İstanbul’a geldiğinde henüz 15 yaşında bir çocuktu. Kuleli Askerî Lisesinde okurken Kimya Hocası Hüseyin Hilmi Işık ona sahip çıktı, babalık yaptı. İlerleyen yıllarda muhabbeti artacak, çok sevdiği hocasına damat olacaktı…
Kuleli’den Fen Fakültesine geçti; mezun olunca liselerde biyoloji muallimliği yaptı.
İtalya’da doktoraya başladı.
Önü açık bir akademisyendi ancak Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma çok üzülüyordu. Birkaç idealist arkadaşıyla çileye talip oldu, gazete kurdu.
Bilahare haber ajansı, radyo ve televizyon sahibi oldu. Değişik mevzularda onlarca dergi çıkarttı.
Dinî, millî, ahlaki eserlerin basılmasına ve yayılmasına, filmlerin çekilmesine çalıştı. Eğitimden, sağlığa, beyaz eşyadan, inşaata geniş bir alanda yatırımlar yaptı. Dağıtımda, pazarlamada hep ilklere imza attı.
22 Şubat 2013 Cuma günü, saat 21.30’da İstanbul’da vefat etti. Kabri, Eyüp Sultan’da Kaşgârî dergâhında, çok sevdiği hocası Hüseyin Hilmi Işık’ın “rahmetullahi aleyh” yanındadır…
Ağabey olmak kolay mı?
Demek sekiz yıl olmuş… Sekiz yıl önce bugün Enver Ağabey vefat etmiş ve sevenleri, talebeleri, okurları cenazesine koşmuşlardı. O gün Eyyûb Sultan’da her kesimden on binlerce insan vardı.
Başta Resulullah Efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) torunları (ki onların üzerine titrerdi) olmak üzere, çok sevdiği saydığı Osmanlı Hanedanının yaşayan üyeleri… Dönemin Başbakanı, bakanlar, belediye başkanları… Sanatçılar, yazarlar, kanaat önderleri, iş adamları…
Hasbelkader Enver Ağabey ile yolu kesişenler, birlikte okudukları, birlikte çalıştıkları ve birlikte yürüdükleri hep oradaydı. O günlerde televizyonlarda, gazetelerde, sosyal medyada sitayişle anıldı. (Bütün bunlar “Enver Ören Ağabey’in ardından” ismiyle kitap hâline getirildi.) Enver Ağabey zor sektörlere girmiş ve çok sıkıntı çekmişti. Lakin bunları kimseye hissettirmez içi kan ağlasa bile gülmesini güldürmesini bilir, insanların derdini tasasını giderirdi. Kalbi sevgi doluydu, herkese hayır dua eder, kimsenin aleyhinde konuşmazdı. Ondan ayrı kaldığımız her gün hasretimiz katbekat artıyor…
Sovyetler dağılıp yeni Türk Cumhuriyetleri kurulunca, Türkistan’dan gençler ilk defa okumak için Türkiye’ye gelmeye başlamışlardı. Enver Abi “Maveraünnehr’den gelen gençler ya Silsile-i aliyye büyüklerinin torunları veya talebelerinin torunlarıdır. Hepsine hizmet edelim. Yurtlarımızda kalanlardan herhangi bir ücret almayalım” dedi.
Enver Abi de Rumeli muhaciri bir aileden olduğu için Türk dünyasının meselelerini yakinen bilir, dertleriyle dertlenirdi. Türkistan’a ayrı bir sevdası vardı, âdeta âşıktı. “Bizim feyz kaynağımız Semerkant, Buhara ve Delhi’dir” derdi. Sovyetler dağılmadan bir süre evvel Enver Abi’ye “Efendim, yirminci asır Türklerin gözyaşı asrıdır. Dünyada hiçbir millet yirminci asırda Türk milleti kadar acı, ızdırap, çile çekmemiştir. Bütün Türkistan, Kırım-Kafkasya, Balkan Türkleri esaret altında inim inim inlemektedir. Tarihçi arkadaşlarımız bir araya gelerek, yirminci asırda Türklerin gözyaşını dile getiren bir kitap yazsalar; biz de bunu basıp bütün gençliğe okutsak” dedim. O zaman özel tele-vizyonlar daha yeni kuruluyordu. Enver Abi aniden “İnşallah televizyonumuz olur, bunların hepsinin filmlerini yaparız” dediler. Şimdi TGRT’nin belgesellerini, evliya filmlerini Türkistan, Kafkasya ve Rusya Türkleri seyretmektedir…
Mücahidlere dua
Afganistan’ı Ruslar işgal edince, Enver Abiler “Şu anda Afganistan Müslümanları komünistlerle savaşıyor. Gidip onlara yardım etmemiz farzdır. Ancak bu mümkün değil. Erzak, ilaç, malzeme yardımı yapmamız lazım, mesafe çok uzak olduğundan bu da mümkün değil. O hâlde beş vakit namazda Afganistan mücahitlerine dua etmemiz farzdır. Dua etmezsek mesul oluruz” dediler.
Muhacir Türkler için bakan ziyaretleri
Savaş dolayısıyla Afganistan’dan Türkiye’ye muhacirler gelmeye başlamıştı. O zaman Konya’da Türkiye gazetesi bölge temsilcisiydim. Güney Türkistan yani Afganistan’ın kuzeyinden resmî ve gayriresmî kaçak yollardan gelen on-on beş kişilik Türkmen-Seyyid bir aile de Konya’ya yerleşmişti. Kaçak olarak bir köyde yaşıyorlardı. Pasaportları, paraları, hiçbir şeyleri yoktu. Emniyet güçleri bunları hudut dışı edecekti. Enver Abiler o sırada Ankara’daydı. Gidip durumu kendisine arz ettim. Derhâl İçişleri Bakanı’ndan randevu aldılar. Müteakip gün, o zaman İçişleri Bakanı olan İsmet Sezgin’e gittik. Bu ailenin reisi Muhammed Salih de bizimle beraber idi. Enver Abi “Sayın Bakan’ım; bu arkadaşlar Afganistan Türklerindendir. Türkiye’ye muhacir gelmişler. Kendilerini hudut dışı edeceklermiş. Bunların her türlü masrafları bana aittir. Bunlara ikamet izni verin” dedi. Bakan da “Peki, olur Enver Bey” dedi. Kısa zamanda bakanlıktan ikamet izinleri geldi. Daha sonra da Enver Abiler bunların Türk vatandaşı olması için çok gayret sarf etti. Çeşitli senelerde üç İçişleri Bakanı ile görüştü. Şimdi Bursa’da yaşayan bu aile otuz hane oldu. Çocukları okudular; üçü mühendislik, biri gazetecilik, ikisi iktisat fakültesini bitirdiler. Bu aileler gece gündüz Enver Abi’ye dua ettiklerini söylüyorlar.
Başkurdistan’da İhlas Camii
Sovyetlerin dağılmasından sonra Rusya Federasyonu’nun Başkurdistan Cumhuriyeti’nden, tıp fakültesi tahsili yapmış Muhammed Gallimov isimli bir genç, dinini öğrenmek niyetiyle Konya İlahiyat Fakültesine giriyor. Burada okurken TGRT’nin “Huzura Doğru” programlarını takip ediyor. Memleketine dönerken İstanbul’da Enver Abi’yi ziyaret ederek “Efendim, bizim halkımızın bu programlara çok ihtiyacı var. Burada kalıp bu programları Tatarca’ya tercüme etmek istiyorum” diyor. Enver Abiler de “Çok hayırlı olur. Hemen başla!” diyerek kendisine kalacak yer tahsis edip bütün masraflarını karşılıyor. Bu genç, beş-altı ay çalışarak tercümeleri bitirip memleketine dönüyor. Bundan birkaç sene evvel Bakurdistan’a gitmiştik. Başkent Ufa şehrinde büyük bir cami gördük. Üzerinde “İhlas Camii” yazılıydı. Cami, Sovyetler zamanında tiyatro binasıymış. Müslümanlar bu binayı satın alarak camiye çevirmişler. İkinci kattaki imam odasına çıktık. Duvarda Enver Abi’nin büyük bir fotoğrafı vardı. İhlas’tan geliyoruz deyince, caminin baş imamı Muhammed Gallimov, Enver Abi’nin fotoğrafını eline alıp, öptü ve ağlamaya başladı. Sonra bizi evine götürerek misafir etti. Camiye niçin İhlas ismini verdiğini sorduğumuzda “Enver Abi’nin bize maddi ve manevi destekleri olduğu için İhlas ismini verdik” dedi.
Türkistanlı öğrenciler
Sovyetler dağılıp yeni Türk Cumhuriyetleri kurulunca, Türkistan’dan gençler ilk defa okumak için Türkiye’ye gelmeye başlamışlardı. Enver Abiler “Maveraünnehr’den gelen gençler ya Silsile-i aliyye büyüklerinin torunları veya talebelerinin torunlarıdır. Hepsine hizmet edelim. Yurtlarımızda kalanlardan herhangi bir ücret almayalım” demişti. Yurtlarımızda kalıp memleketlerine dönen bu öğrencilerden, şimdi iş adamı ve bürokratlar var.
Türkistan liderlerine yardımı
Geçen asrın ikinci yarısında esir Türkistan davasının iki cesur lideri vardı: İsa Yusuf Alptekin, Doğu Türkistan’ın ve Dr. Baymirza Hayit ise Batı Türkistan’ın istiklali için son nefeslerine kadar gayret gösterdiler (her ikisi doksan yaşını geçmişken vefat ettiler). Enver Ören Abi’nin, bunların her ikisine de maddi manevi destekleri oldu. Hatta İsa Yusuf Alptekin, “Benim vekilim Enver Ören Bey’dir” diye vasiyet etmiştir. Dr. Baymirza Hayit, Almanya’da yaşıyordu. İkinci Dünya Harbi’nde esir düşmüştü. Zaman zaman Türkiye’ye gelirdi. Bir gün kendisini karşılayarak İhlas Holding binasını gezdirdim. Çok duygulandı ve “Elhamdülillah şimdi bizim Türklerin de böyle güzel tesisleri var” dedi.
Bir hatıra…
İstanbul’a mülteci olarak gelmiş Semerkandlı bir ailenin kızı olan Nergis Hanım ve ailesine çeşitli yardımlarımız olmuştu. Türkiye’de siyasi meselelerden dolayı ikâmet izni alamayınca daha sonra gidip Norveç’e yerleştiler. Nergis Hanım veda için bizim ofise gelince “Numan Abi, biz akraba değiliz, hemşehri de değiliz. Bizden size hiçbir fayda geleceği yok. Niçin bütün gönlünüzle bizimle alakadar oluyorsunuz” dedi. Biz de Enver Abi’nin duvardaki resmini göstererek “Nergis Hanım, biz burada çalışan bir işçiyiz. Biliyorsunuz ki bizim başkanımız Enver Ören Bey’dir. O bize ‘Bu kapılar ümitsizlik, çaresizlik kapısı olmayacak. Herkesin müşküllerini güler yüz ve tatlı dil ile halledeceksiniz’ diyor. Şimdi duysalar ki kimseyle ilgilenmiyoruz, yardımcı olmuyoruz. Bu yüzden işimize son verirlerse nerede iş bulabiliriz” deyince yirmi-otuz saniye Enver Abi’nin resmine bakarak “Yani bu evliya mıdır!” dedi.
Kardeş Dünyamızın Baş Tacı
Enver Ağabey şefkatli kollarını bütün Türk dünyasına uzatmıştı. Bir gün Afganistan’da cami yaptırıyor, bir gün Azerbaycan’ın efsanevi lideri Ebülfeyz Elçibey ile Doğu Türkistan lideri İsa Yusuf Alptekin’i ağırlıyor, bir gün Türkmenistanlıların teşekkür için getirdiği “çapan”ı giyiyordu. Özellikle Afganistan’ın Rus işgaline uğradığı dönem çok üzülüyor, “Şu anda Afganistan Müslümanları komünistlerle savaşıyor. Gidip onlara yardım etmemiz farzdır. Ancak bu mümkün değil. Erzak, ilaç, malzeme yardımı yapmamız lazım, beş vakit namazda dua etmemiz lazım farzdır” derdi.